Bir önceki yazı için Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Maksimizasyon sayfasını okuyunuz
The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 70-73
En son olarak, tüm endüstriyel devletler merkezileştirmeyi bir sanat dalı haline getirdiler. Muhakkak 1. dalgadaki [tarım bazlı] toplumların yöneticileri ve kilise gibi odaklar gücü merkezileştirmeyi biliyordu, ama endüstriyel toplumları baştan aşağı merkesileştiren nesle kıyasla onlar kaba birer amatör sayılırdı. Zaten eski çağlardaki yöneticiler çok daha az karmaşık topluluklarla meşguldüler.
Tüm çetrefil toplulukların işleyişinde operasyonlar merkezi ve gayri-merkezi yaklaşımların bir karışımıdır. Fakat her yerel bölgenin kendi ihtiyaçlarını temin etmesiyle sorumlu olduğu çoğunlukla gayri merkezi olan 1. dalga düzeninden, aşırı entegre 2. dalga milli ekonomisine geçiş, gücü merkezileştirme açısından tamamen değişik metotlara ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyaç şirketler, endüstriler ve tüm genel ekonomi bazında ortaya çıkmıştır.
İlk demiryolu şirketleri bu anlatıma iyi bir örnek sağlayabilir. Zamanlarındaki diğer şirketlere göre onlar birer 'dev' sayılırdı [.. Bu büyüklüğü idare etmek için de] yöneticiler yeni metotlar keşfetmek zorundaydı. Onlar da kullandıkları teknolojileri, bilet fiyatlarını, tren saatlerini standardize ettiler. Yüzlerce kilometreyi kapsayacak şekilde operasyonları senkronize ettiler. Tek alanda çalışacak şekilde insanları düzenlediler, ve sermayeyi, insanları ve enerjiyi odakladılar. Tren ağını maksimize etmek için uğraştılar. Ve tüm bunları başarabilmek için bilginin ve komutanın merkezileşmiş hale geldiği yeni bir tür organizasyonu ortaya çıkardılar.
Çalışanlar 'hat görevlisi' ve 'kadrolu' olarak ikiye ayrıldı. Trenlerin hareketleri, yük bindirme, boşaltma, kayıp mal, tamirler, vs. gibi konular hakkında günlük raporlar üretilmeye başlandı. Tüm bu veriler merkezi bir hiyerarşide en tepedeki genel müdüre ulaşıncaya kadar yukarı doğru gönderiliyor, ve müdür gereken kararı verdikten sonra karar bu sefer yukarıdan aşağı doğru akmaya başlıyordu.