Bir önceki yazı için Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Maksimizasyon sayfasını okuyunuz
The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 70-73
En son olarak, tüm endüstriyel devletler merkezileştirmeyi bir sanat dalı haline getirdiler. Muhakkak 1. dalgadaki [tarım bazlı] toplumların yöneticileri ve kilise gibi odaklar gücü merkezileştirmeyi biliyordu, ama endüstriyel toplumları baştan aşağı merkesileştiren nesle kıyasla onlar kaba birer amatör sayılırdı. Zaten eski çağlardaki yöneticiler çok daha az karmaşık topluluklarla meşguldüler.
Tüm çetrefil toplulukların işleyişinde operasyonlar merkezi ve gayri-merkezi yaklaşımların bir karışımıdır. Fakat her yerel bölgenin kendi ihtiyaçlarını temin etmesiyle sorumlu olduğu çoğunlukla gayri merkezi olan 1. dalga düzeninden, aşırı entegre 2. dalga milli ekonomisine geçiş, gücü merkezileştirme açısından tamamen değişik metotlara ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyaç şirketler, endüstriler ve tüm genel ekonomi bazında ortaya çıkmıştır.
İlk demiryolu şirketleri bu anlatıma iyi bir örnek sağlayabilir. Zamanlarındaki diğer şirketlere göre onlar birer 'dev' sayılırdı [.. Bu büyüklüğü idare etmek için de] yöneticiler yeni metotlar keşfetmek zorundaydı. Onlar da kullandıkları teknolojileri, bilet fiyatlarını, tren saatlerini standardize ettiler. Yüzlerce kilometreyi kapsayacak şekilde operasyonları senkronize ettiler. Tek alanda çalışacak şekilde insanları düzenlediler, ve sermayeyi, insanları ve enerjiyi odakladılar. Tren ağını maksimize etmek için uğraştılar. Ve tüm bunları başarabilmek için bilginin ve komutanın merkezileşmiş hale geldiği yeni bir tür organizasyonu ortaya çıkardılar.
Çalışanlar 'hat görevlisi' ve 'kadrolu' olarak ikiye ayrıldı. Trenlerin hareketleri, yük bindirme, boşaltma, kayıp mal, tamirler, vs. gibi konular hakkında günlük raporlar üretilmeye başlandı. Tüm bu veriler merkezi bir hiyerarşide en tepedeki genel müdüre ulaşıncaya kadar yukarı doğru gönderiliyor, ve müdür gereken kararı verdikten sonra karar bu sefer yukarıdan aşağı doğru akmaya başlıyordu.
There is nothing new under the sun but there are lots of old things we don't know. [Ambrose Bierce]
Showing posts with label Alvin Toffler. Show all posts
Showing posts with label Alvin Toffler. Show all posts
Wednesday, February 3, 2016
Wednesday, November 25, 2015
Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Maksimizasyon
Bir önceki yazı için Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Senkronizasyon sayfasını okuyunuz.
The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 68-70
Bölünmüş üretim / tüketim, 2. dalga toplumlarında "makro manyaklığı" denebilecek, büyüklük ve büyümeye olan Teksasvarı bir bağımlılığın, bir tür hastalığın da ortaya çıkmasına sebep oldu. Düşünce şöyleydi: madem ki fabrikalarda bir malın üretim süresinin, miktarının arttırılması (longer production runs) daha az birim fiyatı anlamına geliyordu, o zaman ölçeğin büyütülmesi diğer aktivitelerde aynı şekilde kazanımlar sağlayabilirdi. Bu mantık "büyük" kelimesi ile "daha verimli" kelimesini eşanlamlı görmeye başlayacaktı. Sonuçta maksimizasyon 2. dalganın 5. ana prensibi haline geldi.
Şehirler ve ülkeler en yüksek gökdelene, en büyük baraja, dünyanın en büyük mini-golf sahasına sahip olmakla övünüyorlardı. Bunun ötesinde büyüklük, büyümenin bir sonucu olduğuna göre, çoğu endüstriyel devlet, holding ve diğer organizasyonlar büyüme idealinin fanatik takipçileri haline geldiler.
Mathushita Elektrik Şirketi'ndeki Japon işçiler ve yöneticiler topluca her gün koro olarak şu şarkıyı söylerler:
.. Üretimi arttırmak için
yapabildiğimizin en iyisini yapıyoruz,
Mallarımızı tüm dünyaya gönderiyoruz,
Bitmez tükenmez bir şekilde,
Aynen pınardan dışarı fışkıran şu gibi,
Büyü endüstri, Büyü, Büyü, Büyü!
Harmoni ve samimiyet!
Matsushita Elektrik!
1960'da Amerika klasik endüstriyelleşme evresini tamamlayıp 3. dalganın etkilerini hissetmeye başladığında, en büyük 50 holdinginin her birinin ortalama 80,000 çalışanı vardı. General Motors şirketi tek başına 595,000 çalışana, Vail'in AT&T şirketi ise 736,000 çalışana sahipti. Bu durum, o zamanlarda ortalama bir ev nüfusunun 3.3 kişi olduğundan hareketle, 2,000,000'dan daha fazla insanın geçim için bu tek şirkete bağımlı olduğu anlamına geliyordu. Bahsedilen rakamın büyüklüğünü şöyle perspektife koyalım: Üstteki insan sayısı Washington ve Hamilton ülkeyi kurarken ABD nüfusunun neredeyse yarısına eşitti [..]
The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 68-70
Bölünmüş üretim / tüketim, 2. dalga toplumlarında "makro manyaklığı" denebilecek, büyüklük ve büyümeye olan Teksasvarı bir bağımlılığın, bir tür hastalığın da ortaya çıkmasına sebep oldu. Düşünce şöyleydi: madem ki fabrikalarda bir malın üretim süresinin, miktarının arttırılması (longer production runs) daha az birim fiyatı anlamına geliyordu, o zaman ölçeğin büyütülmesi diğer aktivitelerde aynı şekilde kazanımlar sağlayabilirdi. Bu mantık "büyük" kelimesi ile "daha verimli" kelimesini eşanlamlı görmeye başlayacaktı. Sonuçta maksimizasyon 2. dalganın 5. ana prensibi haline geldi.
Şehirler ve ülkeler en yüksek gökdelene, en büyük baraja, dünyanın en büyük mini-golf sahasına sahip olmakla övünüyorlardı. Bunun ötesinde büyüklük, büyümenin bir sonucu olduğuna göre, çoğu endüstriyel devlet, holding ve diğer organizasyonlar büyüme idealinin fanatik takipçileri haline geldiler.
Mathushita Elektrik Şirketi'ndeki Japon işçiler ve yöneticiler topluca her gün koro olarak şu şarkıyı söylerler:
.. Üretimi arttırmak için
yapabildiğimizin en iyisini yapıyoruz,
Mallarımızı tüm dünyaya gönderiyoruz,
Bitmez tükenmez bir şekilde,
Aynen pınardan dışarı fışkıran şu gibi,
Büyü endüstri, Büyü, Büyü, Büyü!
Harmoni ve samimiyet!
Matsushita Elektrik!
1960'da Amerika klasik endüstriyelleşme evresini tamamlayıp 3. dalganın etkilerini hissetmeye başladığında, en büyük 50 holdinginin her birinin ortalama 80,000 çalışanı vardı. General Motors şirketi tek başına 595,000 çalışana, Vail'in AT&T şirketi ise 736,000 çalışana sahipti. Bu durum, o zamanlarda ortalama bir ev nüfusunun 3.3 kişi olduğundan hareketle, 2,000,000'dan daha fazla insanın geçim için bu tek şirkete bağımlı olduğu anlamına geliyordu. Bahsedilen rakamın büyüklüğünü şöyle perspektife koyalım: Üstteki insan sayısı Washington ve Hamilton ülkeyi kurarken ABD nüfusunun neredeyse yarısına eşitti [..]
Tuesday, November 17, 2015
Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Senkronizasyon
Bir önceki yazı için Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Standardizasyon sayfasını okuyunuz.
The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 64-66
Üretim ve tüketim arasındaki sürekli büyüyen mesafe, insanların zamana bakışında büyük değişimlere sebep oldu. Serbest olsun, kontrollü olsun, piyasanın hakim olduğu her toplumda zaman = para desturu hakim olmuştur, çünkü endüstriyel ekonomilerde büyük paralar ödenmiş makinaların boş durmasına izin verilemezdi. Bu makinalar da, eşyanın tabiatına göre, kendi ritimlerine göre hareket ediyorlardı; işte bu faktör, 2. dalga için önemli bir prensibin daha ortaya çıkmasına sebep olmuştur: Senkronizasyon.
Aslında en erken insan topluluklarında bile işin belli bir zaman akışı içinde organize edilmesi kavramı yabancı değildi. Mesela avcıların bir avı yakalaması için, balıkçıların ağları, kürekleri çekmesi için birbirlerine zamansal olarak uyumlu halde çalışmaları gerekiyordu [..] Fakat, en azından 2. dalga'nın makinaları gelinceye kadar, toplumlardaki çoğu senkronizasyon organik ve doğal olarak ortaya çıkmıştır. Bu senkronizasyon mevsimlerin değişimi, dünyanın dönüşü, kalp atışı gibi biyolojik süreçlerin ritmini takip etmiştir.
2. dalga toplumları ise makinaların ritmine göre hareket etmeye başladı.
The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 64-66
Üretim ve tüketim arasındaki sürekli büyüyen mesafe, insanların zamana bakışında büyük değişimlere sebep oldu. Serbest olsun, kontrollü olsun, piyasanın hakim olduğu her toplumda zaman = para desturu hakim olmuştur, çünkü endüstriyel ekonomilerde büyük paralar ödenmiş makinaların boş durmasına izin verilemezdi. Bu makinalar da, eşyanın tabiatına göre, kendi ritimlerine göre hareket ediyorlardı; işte bu faktör, 2. dalga için önemli bir prensibin daha ortaya çıkmasına sebep olmuştur: Senkronizasyon.
Aslında en erken insan topluluklarında bile işin belli bir zaman akışı içinde organize edilmesi kavramı yabancı değildi. Mesela avcıların bir avı yakalaması için, balıkçıların ağları, kürekleri çekmesi için birbirlerine zamansal olarak uyumlu halde çalışmaları gerekiyordu [..] Fakat, en azından 2. dalga'nın makinaları gelinceye kadar, toplumlardaki çoğu senkronizasyon organik ve doğal olarak ortaya çıkmıştır. Bu senkronizasyon mevsimlerin değişimi, dünyanın dönüşü, kalp atışı gibi biyolojik süreçlerin ritmini takip etmiştir.
2. dalga toplumları ise makinaların ritmine göre hareket etmeye başladı.
Wednesday, November 4, 2015
Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Standardizasyon
Bir önceki yazı için Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Tek Alanda Çalışmak sayfasını okuyunuz.
The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 60-62
Pek çok kişinin en iyi bildiği 2. dalga kavramı "standardizasyon" kavramıdır. Endüstriyel toplumların birbirine benzeyen milyonlarca mal ürettiğini herkes bilir. Fakat pek az kişi, piyasa önem kazanmaya başladıktan sonra Coca-Cola şişeleri, elektrik ampulleri ve araba akşamından daha fazlasını standardize ettiğimizin farkındadır. Biz bu prensibi hayatın pek çok diğer alanına da uyguladık; bu akımın öncülerinden biri de ATT şirketini bir dev haline getiren Theodore Vail'den başkası değildi.
1860 yılında günlük işi tren hatlarından mektup ulaştırmak olan Vail, mektupların hiçbir zaman sonuç adresine aynı yollardan gitmediğini farketti. Çuvallarca mektup ileri, geri hareket ediyor, bazen sonuca varması aylar alabiliyordu. Vail, standardize edilmiş ulaşım yolu kavramını keşfetti, ki böylece aynı adrese giden her mektup hep aynı yolu takip edecekti. Bu sayede Vail postane kavramına devrimsel bir değişiklik getirdi. ATT'yi kurduktan sonra amacı Amerika'daki her eve aynı tip telefonu koymak olacaktı [..]
Vail, endüstriyel toplumların "Büyük Standartçıları" kategorisindeki ünlü kişiliklerden bir tanesidir. Eskiden makinist olan, sonra bir ideolog / danışmana dönüşen Fredrick Taylor bu kişilerden bir diğeriydi. Taylor yapılan bir işin, emeğin her adımını standardize ederek iş kavramını bilimsel hale getirebileceğini düşünmüştü. 20. yüzyılın ilk onyıllarında Taylor her işi yapmanın en iyi (standart) bir yolu, onu yaparken kullanılacak en iyi (standart) bir aracın, ve o işin tamamlanacağı kararlaştırılmış (standart) bir zaman dilimi olması gerektiğini iddia etti.
Pek çok kişinin en iyi bildiği 2. dalga kavramı "standardizasyon" kavramıdır. Endüstriyel toplumların birbirine benzeyen milyonlarca mal ürettiğini herkes bilir. Fakat pek az kişi, piyasa önem kazanmaya başladıktan sonra Coca-Cola şişeleri, elektrik ampulleri ve araba akşamından daha fazlasını standardize ettiğimizin farkındadır. Biz bu prensibi hayatın pek çok diğer alanına da uyguladık; bu akımın öncülerinden biri de ATT şirketini bir dev haline getiren Theodore Vail'den başkası değildi.
1860 yılında günlük işi tren hatlarından mektup ulaştırmak olan Vail, mektupların hiçbir zaman sonuç adresine aynı yollardan gitmediğini farketti. Çuvallarca mektup ileri, geri hareket ediyor, bazen sonuca varması aylar alabiliyordu. Vail, standardize edilmiş ulaşım yolu kavramını keşfetti, ki böylece aynı adrese giden her mektup hep aynı yolu takip edecekti. Bu sayede Vail postane kavramına devrimsel bir değişiklik getirdi. ATT'yi kurduktan sonra amacı Amerika'daki her eve aynı tip telefonu koymak olacaktı [..]
Vail, endüstriyel toplumların "Büyük Standartçıları" kategorisindeki ünlü kişiliklerden bir tanesidir. Eskiden makinist olan, sonra bir ideolog / danışmana dönüşen Fredrick Taylor bu kişilerden bir diğeriydi. Taylor yapılan bir işin, emeğin her adımını standardize ederek iş kavramını bilimsel hale getirebileceğini düşünmüştü. 20. yüzyılın ilk onyıllarında Taylor her işi yapmanın en iyi (standart) bir yolu, onu yaparken kullanılacak en iyi (standart) bir aracın, ve o işin tamamlanacağı kararlaştırılmış (standart) bir zaman dilimi olması gerektiğini iddia etti.
Friday, October 30, 2015
Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Tek Alanda Çalışmak
Bir önceki yazı için Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Konsentrasyon sayfasını okuyunuz.
Alvin Toffler, The Third Wave, syf. 62-64
Tüm 2. dalga toplumlarında yer etmiş bir diğer büyük prensip, sadece tek bir alanda çalışma (specialization) prensibidir. Bu tür topluluklar konuşma dillerinde, yaşam tarzlarında, dinlenme, eğlenmede çeşitliliği yokederken, aynı anda çalışma dünyasında [kutulara ayrılmış] bir çeşitliliğe gitme ihtiyacı hissediyorlardı. 2. dalga, işbölümü kavramını güçlendirip, o her şeyden anlayan (jack-of-all-trades) köylünün yerine sadece tek bir işe odaklı ketum memur / emekçi tipini ön plana çıkarttı. Bu kişi, o tek şeyi, tekrar tekrar, arka arkaya, aynen Taylor'un tavsiye ettiği gibi yapmakla yükümlü olacaktı [..]
Henry Ford, ünlü Model-T arabasını üretmek için fabrikasında 7882 farklı operasyonun gerektiğini hesaplarken işte bu mantığı takip ediyordu. Ford'un hesabına göre bu operasyonların sadece 949 güçlü, 3448'i her uzvu yerinde insana ihtiyaç duyuyordu, ve gayet soğukkanlı bir şekilde Ford şöyle devam etmişti "kalan işlerin ise 670'si bacağı olmayanlar, 2637'si tek bacağı olanlar, 2'si kolu olmayanlar, 715'ı tek kollu insanlar, 10'u da kör insanlar tarafından rahatça yapılabilir". Özetle tek alanda çalışma kavramının artık tam insana bile ihtiyacı yoktu. Sadece "kısmi insanlar" da onun işlemesi için yeterliydi. Aşırı tek alancılığın bu kadar gaddar daha iyi bir örneği herhalde başka yerde bulunamaz.
Genellikle kapitalizm ile bağdaşlaştırılan bu durum, sosyalizmin de en temel özelliklerinden biridir, çünkü aşırı tek alancılık üretimin tüketimden boşandığı her toplumda otomatik olarak ortaya çıkar. SSCB, Macaristan, Polonya, Doğu Almanya'daki fabrikalar, aynen Çalışma Bakanlığı tam 20.000 tane farklı iş kolu tanımlamış ABD ve Japonya gibi fabrikalarında çetrefil "tek alancı" teknikleri kullanmaya muhtaçtılar.
Tüm 2. dalga toplumlarında yer etmiş bir diğer büyük prensip, sadece tek bir alanda çalışma (specialization) prensibidir. Bu tür topluluklar konuşma dillerinde, yaşam tarzlarında, dinlenme, eğlenmede çeşitliliği yokederken, aynı anda çalışma dünyasında [kutulara ayrılmış] bir çeşitliliğe gitme ihtiyacı hissediyorlardı. 2. dalga, işbölümü kavramını güçlendirip, o her şeyden anlayan (jack-of-all-trades) köylünün yerine sadece tek bir işe odaklı ketum memur / emekçi tipini ön plana çıkarttı. Bu kişi, o tek şeyi, tekrar tekrar, arka arkaya, aynen Taylor'un tavsiye ettiği gibi yapmakla yükümlü olacaktı [..]
Henry Ford, ünlü Model-T arabasını üretmek için fabrikasında 7882 farklı operasyonun gerektiğini hesaplarken işte bu mantığı takip ediyordu. Ford'un hesabına göre bu operasyonların sadece 949 güçlü, 3448'i her uzvu yerinde insana ihtiyaç duyuyordu, ve gayet soğukkanlı bir şekilde Ford şöyle devam etmişti "kalan işlerin ise 670'si bacağı olmayanlar, 2637'si tek bacağı olanlar, 2'si kolu olmayanlar, 715'ı tek kollu insanlar, 10'u da kör insanlar tarafından rahatça yapılabilir". Özetle tek alanda çalışma kavramının artık tam insana bile ihtiyacı yoktu. Sadece "kısmi insanlar" da onun işlemesi için yeterliydi. Aşırı tek alancılığın bu kadar gaddar daha iyi bir örneği herhalde başka yerde bulunamaz.
Genellikle kapitalizm ile bağdaşlaştırılan bu durum, sosyalizmin de en temel özelliklerinden biridir, çünkü aşırı tek alancılık üretimin tüketimden boşandığı her toplumda otomatik olarak ortaya çıkar. SSCB, Macaristan, Polonya, Doğu Almanya'daki fabrikalar, aynen Çalışma Bakanlığı tam 20.000 tane farklı iş kolu tanımlamış ABD ve Japonya gibi fabrikalarında çetrefil "tek alancı" teknikleri kullanmaya muhtaçtılar.
Monday, October 19, 2015
Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Konsentrasyon
Bir önceki yazı için 3.Dalga ve Bilgi Toplumu sayfasını okuyunuz.
The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 67-68
[Endustriyel] piyasaların yükselişi bir 2. dalga kuralını daha ortaya çıkardı: Konsentrasyon prensibi.
1. dalga toplumları çoğunlukla dağınık halde duran enerji kaynaklarını kullanıyorlardı. 2. dalga toplumları, neredeyse tamamen, yüksek ölçüde konsantre/odaklı halde duran fosil yakıtlarına bağımlı hale geldiler.
Fakat 2. dalga enerji haricindeki başka şeyleri de "odaklı" hale getirdi. İnsan nüfusunu da "odaklaştırdı"; kırsal bölgelerdeki insanları yerlerinden çıkartarak onları çok odaklı haldeki şehir merkezlerine taşıdı.
İş kavramını bile odaklı hale getirdi. 1. dalga toplumlarında iş pek çok değişik yerde, evde, köyde, çiftlikte yapılabilirken, 2. dalga endüstriyel toplumlarda iş neredeyse tamamen konsantre halde fabrikalarda yapılır hale gelecekti - bu fabrikalarda binlerce insan bir araya gelerek işlerini yapmak zorundaydılar.
Dahası da var: İş ve enerji haricinde başka şeyler de konsantre oldu: New Society adındaki bir sosyal bilimler dergisinde yazan Stan Cohen, şunları söylüyordu: "Endüstriyelleşme öncesi fakirler, mahalledeki birinin, akrabalarının yanında kalır, suçlular ise cezalandırılırdı; ağır ceza, ya da yerleşim merkezlerinde dışarı atılarak. Zihni özürlüler kendi aileleri ile kalır, fakir iseler mahalleli tarafından bakılırdı. Ve bütün bu gruplar toplulukta dağınık bir halde durmaktaydılar.
The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 67-68
[Endustriyel] piyasaların yükselişi bir 2. dalga kuralını daha ortaya çıkardı: Konsentrasyon prensibi.
1. dalga toplumları çoğunlukla dağınık halde duran enerji kaynaklarını kullanıyorlardı. 2. dalga toplumları, neredeyse tamamen, yüksek ölçüde konsantre/odaklı halde duran fosil yakıtlarına bağımlı hale geldiler.
Fakat 2. dalga enerji haricindeki başka şeyleri de "odaklı" hale getirdi. İnsan nüfusunu da "odaklaştırdı"; kırsal bölgelerdeki insanları yerlerinden çıkartarak onları çok odaklı haldeki şehir merkezlerine taşıdı.
İş kavramını bile odaklı hale getirdi. 1. dalga toplumlarında iş pek çok değişik yerde, evde, köyde, çiftlikte yapılabilirken, 2. dalga endüstriyel toplumlarda iş neredeyse tamamen konsantre halde fabrikalarda yapılır hale gelecekti - bu fabrikalarda binlerce insan bir araya gelerek işlerini yapmak zorundaydılar.
Dahası da var: İş ve enerji haricinde başka şeyler de konsantre oldu: New Society adındaki bir sosyal bilimler dergisinde yazan Stan Cohen, şunları söylüyordu: "Endüstriyelleşme öncesi fakirler, mahalledeki birinin, akrabalarının yanında kalır, suçlular ise cezalandırılırdı; ağır ceza, ya da yerleşim merkezlerinde dışarı atılarak. Zihni özürlüler kendi aileleri ile kalır, fakir iseler mahalleli tarafından bakılırdı. Ve bütün bu gruplar toplulukta dağınık bir halde durmaktaydılar.
Subscribe to:
Posts (Atom)