Tüm 2. dalga toplumlarında yer etmiş bir diğer büyük prensip, sadece tek bir alanda çalışma (specialization) prensibidir. Bu tür topluluklar konuşma dillerinde, yaşam tarzlarında, dinlenme, eğlenmede çeşitliliği yokederken, aynı anda çalışma dünyasında [kutulara ayrılmış] bir çeşitliliğe gitme ihtiyacı hissediyorlardı. 2. dalga, işbölümü kavramını güçlendirip, o her şeyden anlayan (jack-of-all-trades) köylünün yerine sadece tek bir işe odaklı ketum memur / emekçi tipini ön plana çıkarttı. Bu kişi, o tek şeyi, tekrar tekrar, arka arkaya, aynen Taylor'un tavsiye ettiği gibi yapmakla yükümlü olacaktı [..]
Henry Ford, ünlü Model-T arabasını üretmek için fabrikasında 7882 farklı operasyonun gerektiğini hesaplarken işte bu mantığı takip ediyordu. Ford'un hesabına göre bu operasyonların sadece 949 güçlü, 3448'i her uzvu yerinde insana ihtiyaç duyuyordu, ve gayet soğukkanlı bir şekilde Ford şöyle devam etmişti "kalan işlerin ise 670'si bacağı olmayanlar, 2637'si tek bacağı olanlar, 2'si kolu olmayanlar, 715'ı tek kollu insanlar, 10'u da kör insanlar tarafından rahatça yapılabilir". Özetle tek alanda çalışma kavramının artık tam insana bile ihtiyacı yoktu. Sadece "kısmi insanlar" da onun işlemesi için yeterliydi. Aşırı tek alancılığın bu kadar gaddar daha iyi bir örneği herhalde başka yerde bulunamaz.
Genellikle kapitalizm ile bağdaşlaştırılan bu durum, sosyalizmin de en temel özelliklerinden biridir, çünkü aşırı tek alancılık üretimin tüketimden boşandığı her toplumda otomatik olarak ortaya çıkar. SSCB, Macaristan, Polonya, Doğu Almanya'daki fabrikalar, aynen Çalışma Bakanlığı tam 20.000 tane farklı iş kolu tanımlamış ABD ve Japonya gibi fabrikalarında çetrefil "tek alancı" teknikleri kullanmaya muhtaçtılar.
Ayrıca hem kapitalist, hem sosyalist ülkelerde, tek alanda çalışma kavramıyla aynı anda yükselen bir profesyonelleşme dalgası ortaya çıkıyordu. Ne zaman tek alana odaklı bir grup çalışanın, eşoterik bir bilgi türünü monopolize edip yeni gelenleri dışarıda tutma fırsatı çıksa, hemen ortaya bir profosyonel işkolu çıkıyordu. 2. dalga ilerleyip güçlendikçe, piyasa araya girip kişileri keskin hatlarla "bilgi sahibi" ve "müşteri" olarak ikiye ayırdı; mesela modern toplumlarda sağlık hizmeti doktor ve sağlık ürünü sağlayan bir bürokrasi tarafından verilen bir servis haline gelecekti; bilgilenmiş kişilerin kendine bakması (ıntelligent self-care) hiç dikkate alınmayacaktı. Aynı şekilde "eğitim" ürünü, onu üreten "öğretmen" ile okulda bu ürünü tüketmesi gereken "öğrenci" arasında bir profosyonel ilişki gibi sunulmaya çalışılmıştır.
Bu mantığın sonucu olarak satış görevlilerinden tutun, kütüphane görevlilerine kadar envai türden meslek grubu kendilerini profosyonel iş grubu olarak tanımlayabilmek için uğraşıp duruyordu. Çünkü bu sayede standartları, fiyatları, ve meslek gruplarına girmenin şartlarını tanımlama gücünü elde edeceklerdi. ABD Ticaret Komisyonu Başkanı Michael Pertschuck'a göre "öyle bir noktadayız ki kültürümüz bize [vatandaşa] sürekli 'müşteri' diye hitap eden ve sürekli 'neye ihtiyacımız olduğunu söyleyen' profosyonellerle dolu".
2. dalga toplumlarda siyasi ajitasyonun bile bir işkolu olarak görülmesi herhalde şaşırtıcı olmaz. Mesela Lenin "devrimin profosyonel yardım olmadan gerçekleşemeyeceğini" söylüyordu; Lenin'e göre ülkesinin "bir devrimci meslek grubuna" ihtiyacı vardı ve bu organizasyon "tek işi devrim olan profosyonellerden" müteşekkil olmalıydı.
Komünistler, kapitalistler, yöneticiler, eğitimciler, rahipler ve politikacılar, 2. dalga yüzünden böyle ortak bir mentalitede birleşti; Bu mentaliteye göre işbölümü gittikçe daha rafine hale getirilecek ve insanlar, Prens Albert'ın 1871''de söylediği gibi, "tek işte çalışma" kavramının "medeniyeti hareket ettiren güç" olduğu gibi bir fikre inanmaya başlayacaktı.
No comments:
Post a Comment