The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 67-68
[Endustriyel] piyasaların yükselişi bir 2. dalga kuralını daha ortaya çıkardı: Konsentrasyon prensibi.
1. dalga toplumları çoğunlukla dağınık halde duran enerji kaynaklarını kullanıyorlardı. 2. dalga toplumları, neredeyse tamamen, yüksek ölçüde konsantre/odaklı halde duran fosil yakıtlarına bağımlı hale geldiler.
Fakat 2. dalga enerji haricindeki başka şeyleri de "odaklı" hale getirdi. İnsan nüfusunu da "odaklaştırdı"; kırsal bölgelerdeki insanları yerlerinden çıkartarak onları çok odaklı haldeki şehir merkezlerine taşıdı.
İş kavramını bile odaklı hale getirdi. 1. dalga toplumlarında iş pek çok değişik yerde, evde, köyde, çiftlikte yapılabilirken, 2. dalga endüstriyel toplumlarda iş neredeyse tamamen konsantre halde fabrikalarda yapılır hale gelecekti - bu fabrikalarda binlerce insan bir araya gelerek işlerini yapmak zorundaydılar.
Dahası da var: İş ve enerji haricinde başka şeyler de konsantre oldu: New Society adındaki bir sosyal bilimler dergisinde yazan Stan Cohen, şunları söylüyordu: "Endüstriyelleşme öncesi fakirler, mahalledeki birinin, akrabalarının yanında kalır, suçlular ise cezalandırılırdı; ağır ceza, ya da yerleşim merkezlerinde dışarı atılarak. Zihni özürlüler kendi aileleri ile kalır, fakir iseler mahalleli tarafından bakılırdı. Ve bütün bu gruplar toplulukta dağınık bir halde durmaktaydılar.
Endüstriyelleşme bu durumu inanılmaz, devrimsel bir şekilde değiştirdi. Yeniden Büyük Doğuş adı verilen 19.yüzyılın ilk kısmında artık suçlular toparlanıp hapishanelerde, zihni özürlüler toparlanıp tımarhanelerde, çocuklar toplanıp okullarda "konsantre halde" tutulmaya başlandı, aynen işçilerin "konsantre halde" fabrikalarda tutulduğu gibi.
Konsantrasyon prensibi sermaye akışlarına bile yansıdı; 2. dalga toplumu "dev holding" kavramı ile tanışacaktı, hatta onun ötesinde tröst ve tekel kavramları ile. 60'lı yılların ortasında Büyük 3 diye bilinen Amerikalı araba şirketleri piyasadaki tüm arabaların yüzde 94'unu üretir hale geleceklerdi. Almanya'da 4 şirket, Volkswagen, Daimler-Benz, Opel (GM) ve Ford-Werke şirketleri üretimin yüzde 91'ini, Fransa'da Renault, Citroen, Simça ve Peugeot kendi piyasalarındaki arabaların yüzde 100'ünü üretmekteydiler. İtalya'da tek başına Fiat şirketi arabaların yüzde 90'ını üretiyordu.
Benzer şekilde Amerika'da tüm aliminyum, bira, sigara ve kahvaltı yiyeceklerinin üretiminin yüzde 80'i dört / beş şirket arasında paylaşılmış durumdaydı. Almanya'da plastik ve mürekkep üretiminin yüzde 92'si, fotoğraf filmlerinin yüzde 98'i, endüstriyel dikiş makinalarının yüzde 91'i her kategoride dört veya daha az şirket tarafında üretiliyordu.
Aşırı şekilde konsantre hale gelmiş endüstrilerin listesi burada saymakla bitmez.
Sosyalist ülkelerdeki idareciler de, aynen kapitalist ülkelerde olduğu gibi, üretimin odaklaşmasının "verimli (efficient)" olduğuna karar vermişlerdi. Hakikaten de kapitalist ülkelerdeki pek çok Marksist ideolog da kapitalist ülkelerdeki konsantrasyonun artmasını destekliyordu, çünkü bu gidişatın ileride tüm endüstrinin devlet kontrolüne geçeceği süreci kolaylaştıracağını düşünüyorlardı. Lenin ülkesinin "tüm vatandaşlarının tek ve en konsantre odağın - devletin, emri altında olan emekçiye, çalışana çevrilmesini" savunuyordu. Yarım yüzyıl sonra Voprosy Ekonomiki dergisinde yazan Sovyet ekonomist N. Lelyükhina "SSCB'nin dünyanın en konsantre endüstrisine sahip olduğunu" övünerek rapor edecekti.
Enerjide, nüfusta, işte, eğitimde ya da ekonomik organizasyonda olsun, 2. dalganın konsantre olmak istemesinin sebepleri çok derinlerde yatmaktaydı - ki bu derin sebepler, Batı ve Moskova arasındaki olduğu iddia edilen sözde farklardan çok daha derinlerdeydi.
No comments:
Post a Comment